28 Nisan 2023 - Cuma

Neden “Her Seçim İlk Seçim?” Neden “Erdoğan?”

Yazar - Hayri Yıldız
Okuma Süresi: 7 dk.
898 okunma
Hayri Yıldız

Hayri Yıldız

-
Google News

Öncelikle üzerinde hepimizin hem fikir olması gereken bir gerçeği-bir kez daha-ifade etmekte yarar var. Dünyada kusursuz ve sakıncalı yönleri olmayan ne bir “insan”, ne de “tam demokratik” bir “sistem” vardır. Yoktur kurulamaz. “Kusursuz olma” ya da “tam mükemmellik” kavramları, insan ve kurduğu sistem veyahut organizasyonlar için söz konusu değildir. Ne kadar mükemmele yakın, ya da daha az kusurlu kurulabilirse bir sistem, ancak o kadar “adil” ve “demokratik” olma hali mümkün olur.

*** 

Önce bu tespiti teslim etmek gerek. Bu itibarla cumhuriyet toplumu, hiçbir döneminde “siyasal bilinçle” beslenen, yapıcı, üretken, demokratik bir seçim yapamamıştır. Seçimlerini, daima, “otokratik” bir sistemin ürünü olan-yapısal/fonksiyonel manada- patolojik bir bozulmanın yol açtığı tepkisel açılımları belirlemiştir. Ve maalesef bu patoloji, toplum sosyolojisinde, adeta serbest yüzen bir korku ya da endişe türevinde kendini göstermiş ve bu halini 21.yüzyıl genel seçimlerine dahi taşımıştır; ta ki 2018 sistem değişikliği seçimine dek.

Şimdi ise halk, Cumhuriyet, Osmanlı, Selçuklu, hatta Bizans dönemi de dâhil, bu topraklarda ilk kez uygulan ve halkoyuyla-ilk elden-kendi başkanını seçmek için ikinci kez sandığa gidecektir.

***

Önce, neden Erdoğan hep gündemde? 

Neden bütün şimşekler devamlı onun üzerinde patlıyor?

Bir insanın üzerine neden bu kadar gidiliyor ya da uğraşılıyor? 

Neden mütemadiyen hataları, kusurları, ne kadar kötü bir insan, başarısız bir başbakan ya da cumhurbaşkanı, hatta diktatör olduğu dillendiriliyor? 

Üstelik bu yoğun eleştirel bombardıman, geniş halk kitlelerinden değil de bir kısım elit-entelektüel veyahut tabiri caizse mürekkep yalamış, sözde yüksek düzeyli akademinin yetiştirdiği hukukçular, bilim adamları, ünlü yazar-çizer kalemler ve siyaset bilimcileri tarafından yapılıyor.

Yanlarına aldıkları yerli medya kuruluşlarının kitleler üzerindeki potansiyel güç manevraları yetmediğinde dedevreye, kendilerini; “denize düşmüş gibi gösterip, yılana sarılma” misali, Alman, İngiliz, Amerikan ve diğer batı ülkeleri basınının yorumlarına başvuruluyor. Erdoğan'ın ne kadar “kaba", "ilkel" ve "çağdışı" bir lider olduğu bir de onların dilinden aktarılıyor; “Erdoğan’ı terk edin!” şeklindeverilen açık mesajlarıyla…

*** 

Bütün bunların bir anlamı, bir nedeni olmalı.

O’nu destekleyen ve haklı görenlerin bir kısmı, daha bir içe kapanık, tepki görmemesi adına çekingen ve kendince nezaketsahibi olma düşünce ya da tavrıyla; “Kötünün İyisi olduğu için.” diyor. Geri kalan kesim ise, daha bir öz güven ve kararlılıkla; “İyinin İyisi olduğu için.” cevabını veriyor. 
Kötünün iyisi” ya da “İyinin iyisi” demek yetmiyor.

İzaha muhtaç konu; “Neden Erdoğan?”

*** 

Cumhuriyet dönemi “otoriterizmi, ya da Atatürk’le uzaktan yakından hiç bir bağıntısı ya da ilgisi olmayan “Post-Kemalizm’in”, kendisini meşrulaştırmak için yaptığı yanlışlardan en belirgin ve belirleyici olanı, Türk Milletini bitip tükenmez bir eziklik duygusuna mahkûm etmeye çalışmasıdır ki; o da “kurtarılma ve şükran duygusu” dayatmasıdır. 

Türk toplumunun bilinçaltına, durup dinlenmeden, ardı arkası kesilmeyen bir şekilde, kurtarılmış olduğu ve kendisini kurtaranlara karşı asla bitmeyecek bir şükran duygusu beslemesi gerektiği enjekte edilmiştir. 

Toplum, bir nevi Ortodoks elitler tarafından “kurtarılmış zavallılar kitlesi” olarak görülmekte ve bu da hemen hemen her vesileyle ve her fırsatta, haksız yere, bu toplumun adeta yüzüne vurulmakta ve bunun karşılığında ise bu zavallılardan kendilerine kayıtsız şartsız itaat etmeleri istenmiştir. Bu durum, ister istemez yapısal-işlevsel bozukluğu ifade eden “patolojik” bir durum yaratacak ve buna bağlı “sosyo-psikolojik” yönüyle de kendisine güvenme duygusu zayıf, sağlıksız bir toplum doğuracaktır. 

*** 

Böylesine bir “ezik ego” oluşumunun sosyo-psikolojik yansımaları, orta sınıf katmanında büyük bir “öfke” birikimine dönüşmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Coşku ve duygularını dışa vurması engellenen ve bizatihi kendi “varoluşu” tehdit altına alınan herkes, normalde “karşı tepki-düşmanlık hissi” beslemesi ve bunu da dışa vurması şeklinde gayet doğal bir tepki gösterecektir. Çünkü bütünsel anlamda bir sınıfın ya da toplumun kahir ekseriyetinin, egemen otorite tarafından, “özellikle de yükselen yeni otoriter devlet ideolojisinin sağladığı üstünlüklerden henüz yararlanamayan bireylerden oluşuyorsa” büyük bir engelleme ve tehdit altında “öteki” olma unsurunu teşkil edecektir.

***

Başta Erdoğan olmak üzere, “öteki” olan unsurların düşmansıduygularını artıracak bir başka etmen de geleneksel toplumdaki önemli görevlerde bulunanlar da içinde olmak üzere, özellikle “dini” gelenekten gelen liderlerdir ve bu liderler, sivil kesimlerin konumlanışını ya da yerindeliğiniifade ettiklerinden dolayıdır ki mevcut otorite tarafından tasfiye edilmeleri farz-ı ekber önceliğindedir. 

Bu durum aynı zamanda, egemen otoritenin “olmak ya da olmamak” hayatiyetine evrilen savaşımının meşru bir zeminde devamının sağlanması için mevcut toplumsal gerilimimuhafaza etmeye ve devam ettirmeye çalışması gerçeğidir ki,ne yazık ki bu gerçek durum ya da hal, halen daha algılanabilmiş değildir.

O zaman sistem, bu algı eksikliğini ya da “bilinç” üzerinde oluşan farkındalık sorununu, bu kez bilinçli bir farkındalıkla kullanacak, her konuda olduğu gibi tamamen sorunları çözmeye kapalı, darbeler sonucu oluşturulan anti-demokratik “anayasal” bir kabukla da koruma stratejisine yönelecektir. 

***

Evet, bu şartlarda, şimdi, neden Erdoğan?

Bir kere liderlerin ve temsil ettikleri kitlelerin ruhsal yapıları ile ilgili “sıkı sıkıya bağlılık” psikolojisi, siyasal ve sosyolojik yapıyı da besler. Yani, kişilik yapılarının önemli yönleri, birbirinin iki eşit yarımı olarak düşünülmelidir. 

Liderlerin kişilik yapısı, “tek adam”a özgü, özel bir düşünme ve harekete geçme yeteneği dışında, Erdoğan’ın, kitlelerin zaten ruhsal olarak “kabullenmeye hazır olduğu fikirleri” çok daha açık ve çok daha yürekli bir şekilde formüle etme ve harekete geçirmeyle ilgili etkin bir yeteneğe sahip olmasıdır.

Sıra dışı bu özelliği, onu, toplumda var olan “potansiyel lider” gereksinimin karşılanması misyonuyla baş başa bırakmıştır.

*** 

Erdoğan’ın bu özelliğiyle, otoriter devlet patolojisinin simgesi haline gelen “tek adam mitosu”nun en önemli rakibi değil de “anti-tezi” olmakla birlikte, meşruiyetini, bu ününden değil, adeta gelenekselleşmiş ve yukarıda izah etmeye çalıştığımız cumhuriyet dönemine hâkim, iktisadi, siyasi ve sosyo-kültürel bozulmanın ifadesi olan “derin devlet” patolojisiyle hesaplaşmayı başlatmasından almış olmasıdır.

Ayrıca Erdoğan, kendisinden önceki “tek adam otokratizmin” yol açtığı sorunlu ve toplumsal dengesizliklerin sebep gösterildiği ardışık askeri darbelerineilham kaynağı olma özelliğini de tarihin arka sayfalarına itmiştir.

*** 

Bu manada, cumhuriyet tarihindeki liderler-Atatürk hariç-hiç birisi gerçek anlamda toplumsal bir lider değildirler. Ancak ve ancak baskıcı otoriteye bağımlılık geliştiren, hastalıklı bir toplumun görünür düzeydeki “pederşahi-ataerkil” ve otokrat liderlerdir. Ünlerini de bu psiko-patolojik-bilinç düzeyinde oluşan işlevsel bozulmayla örtüşmelerine borçludurlar.

Erdoğan ise, mevcut sistem için, önceleri bu patolojinin kendisiyle çelişmemesinin sağlanması, bir nevi “yola gelmesi(!)”, eğer bu sağlanamamışsa, yani “sistem”le olan çelişkisinin önlenememesi halinde mutlaka uzaklaştırılmak istenen “öteki olanı” ifade etmektedir.

Yani Erdoğan’a karşı uygulanan bu amansız “uzaklaştırma”, bu da sağlanamazsa “etkisizleştirme” operasyonları, aslında şimdiye dek egemen olan bu patolojik bozulmanın getirisinden nemalanan “oligarklar”ın kendi halüsinasyonlarını rahatsız eden bu görüngüye, ya da kendilerince bir “hayalet”e karşı duydukları acımasız ve ilkel şiddetten bağımsız değildir.

Örneğin; Kurumsal yapıyı, ya da “eski yapı oligarşizminikullanarak yolsuzluk-hukuksuzluk gibi “parasal” ve “anayasal” krizler çıkartarak kendi hayatiyetlerini tehdit eden bu hayaleti yok etme yöntemlerini sürekli yenilemekte, ABD Başkanı Biden’ın dediği gibi “farklı yaklaşımlar” üretmeye ve sahaya sürmeye devam etmektedirler.

Böylesi bir dürüstlüğe ve şeffaflığa pek alışık olmayan derin devlet için bu sorunlu ve dengesiz tepki anomalisi, ya da “hastalıklı-kriz üreten” yapı, giderek pozitif yönlü bir ivme kazanan “anayasal-bağışıklık sistemi”ni yenilemeye, hem dedevlet ciddiyetiyle hareket etmeye zemin hazırlayacakoluşumlara/liderlere/kişilere ses çıkaramayacaktır.

*** 

Türkiye, önümüzdeki 14 Mayıs’ta yapacağı tercihle, başta “seçim sistemi” olmak üzere tüm yapısal reformlarını“demokratik-hukuk devleti” ilklerine oturtacak, hem de Türk siyasetine damgasını vuracak yeni bir ‘faz’la, bölgesindeki “makûs talihi” değiştirecek ve yenidünya sahnesinde “istikrar ve denge” unsuru olma işlevini üstlenmiş olacaktır.

Başkaca bir alternatifi de yoktur.

***

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.