|
|||
![]() |
KANAL İSTANBUL VE ERDOĞAN (2) | ||
Hayri Yıldız | |||
Bir önceki yazımız, Kanal İstanbul’dan ziyade Sokullu Mehmet Paşa örneğine odaklanmıştı. Sokullu, yaşadığı dönemin de ötesine uzanabilen öngörüleriyle, ileri düzeyde ufku geniş, donanımlı bir devlet adamıydı. Jeo-stratejik ve jeo-politik hamleleri, kendisine, içte ve dışta epey düşman kazandırmıştı. Nitekim bir gün ikindi divanı sırasında derviş kılığındaki bir katilin hançeriyle öldürüldü. O zaman-günümüze de bir gönderme yaparak-asıl sorulması gereken soru şuydu: “Bu projelerin tartışıldığı dönemde dünyanın büyük ekonomik ve askeri gücü olan Osmanlı’nın bu teşebbüslerinin neden sonuçsuz kaldığıydı.” *** İster küresel ölçekte ister ulusal ölçekte, hangi alanda “siyasi-ekonomik-kültürel” bir başarı hikâyesi varsa, o hikâyeyi yazanların hayatlarında zorluklar, yokluklar, imkânsızlıklar ya da yaşanan trajediler zirvededir. Bu “makus talihi” yenmek zamanın ruhu ile ilintilidir. Ve zaman, taşıdığı bu yükü, bir “aktarma kayışı” niteliğiyle sonraki kuşaklara aktarır ama aynı DNA’nın barındırdığı bilgiyi sonraki nesillere aktarırken küçük bozulmalar yaşaması gibi, zamanın ruhu da içerdiği veriyi, taşıdığı yükü oranında değişiklikler yaparak aktarır. Ve böylelikle her yeni nesilde süreç yeniden çalışır ve bir sonsuz döngü olarak devam eder. *** O makus talihin dümeni ise şimdilik Erdoğan’ın elindedir ve elindeki bu dümeni, Osmanlının açılamadığı büyük okyanuslara ve o okyanuslarda dolaşan köpek balıklarının üzerine çevirmiş durumda. Başarıp başaramayacağını yine zamanın ruhu belirleyecek. Ne muhalefet bloğunun engellemeleri ne de Ak Parti’nin giderek yozlaşan kadroları, hiçbirinin gücü o dümeni tekrarından sığ, durağan ve üçüncü dünyanın iç bataklıklarına kıramayacak. Çünkü zamanın ruhu, insan gücünün ötesinde bir çevrimdir ve bu çevrimde fizik yasaları çalışır. *** Erdoğan iyi biliyor ki; iki büyük stratejik planlama ülkemizi yakından ilgilendirmektedir. Bunlardan birincisi Avrupa’nın, Kuzey Asya yani Urallar ve Sibirya’nın doğal kaynakları ile “Birleşik Avrupa” şeklinde birleşmesi. Diğeri ise Atlantik ve Hint Okyanuslarının “suyolu-KANAL” ile birleştirilmesidir. Birleşik Avrupa’nın aort atar damarı niteliğinde olan ana ulaşım habı “Ren-Main-Tuna Kanalı”dır. 1992’de faaliyete geçmesi ile birlikte kanalın geçtiği ülkeler hem birbirleri ile hem de Karadeniz’den Akdeniz’e giderek artan biçimde deniz ulaşımından yararlanarak ticaretlerini geliştirmektedirler. Bu nedenle Türk Boğaz’larından her yıl artarak geçiş yapan deniz trafiğinde Tuna Kanalı’nın payı giderek artmaktadır. Kanal İstanbul’un faaliyete geçmesi ile bu artışın daha da büyüyeceği kaçınılmazdır. Bu bağlamda özellikle Zonguldak, Kocaeli, Çandarlı ve Mersin limanlarının gelecekte Kanal İstanbul’dan kaynaklanan yeni sorumluluklar alacağı da aşikârdır. *** Ayrıca bu kanaldan geçiş yapan gemiler kötü hava koşullarından etkilenmeyecek, deniz trafiği belli bir akış istikametinden yapılacağından kaza riski de en aza indirgenecektir. İstanbul Boğazı’nın ağır trafik yükü bu suretle hafifletilmiş olacaktır. Bölgenin yeni bir su geçidi ile buluşmasının getireceği coğrafi zenginlik ve turizm potansiyeli ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Ancak konumu itibarıyla mevcut durum, bölgesellikten çok uluslararası boyutuyla incelenmesi gerekir. *** Hali hazırdaki durum, Türk Boğazları için büyük bir yüktür ve Tuna-Main Kanalı’nın gelecekte bu yükü giderek arttıracağı değerlendirilmektedir. Bu artışa Kafkasya potansiyelini taşıyan başta Rusya ve Azerbaycan olmak üzere Türki Cumhuriyetleri, Gürcistan hatta İran ve bugünün olmasa bile yarının Ermenistan ticari mallarının dünyalaşmalarını sağlayacak olan “Hazar-Azak-Karadeniz” denizleri ekseninde bulunan suyolu ulaşımını da katmak gerekir. Kanal İstanbul’un faaliyete geçmesi ile birlikte bölge, Atlantik ve Hint Okyanusunun buluştuğu deniz ulaşım ekseninde stratejik bir merkez olacaktır. Bu eksende Türkiye en uygun konumu ve Karadeniz – Akdeniz geçişini kontrol edebilen coğrafyası ile yeni sorumluluklara aday olan bir ülke konumunda. *** Böylece özellikle ekonomik açıdan Hint Okyanusu’na kadar ulaşabilen "Avrupa Birliği Kavramı" evrensel bir boyut kazanmaktadır. Bunun içindir ki bu yeni boyutta Karadeniz, Ege ve Kuzey Akdeniz’i kapsayan Türkiye coğrafyası, Avrupa için olmazsa olmazların en önde gelenlerindendir. Erdoğan’a duyulan husumetin nedenlerinden biri de budur ve sözü edilen bu coğrafyanın kontrolü, lideri konumunda bulunduğu ülke olan Türkiye’nin eline geçmesinden duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. *** Bunda şaşılacak ya da anlaşılmayacak bir durum yoktur. Eşyanın tabiatı kanunudur; örneğin İstanbul Havalimanı hizmete geçtiğinde Almanya-Frankfurt, Hollanda-Schhiphol hatta 6 adet havalimanına sahip Londra ulaşım habını kapasite yönüyle etkileyeceği kaçınılmazdır. Kanal İstanbul ile yukarıda saydığımız “Zonguldak-Kocaeli-Çandarlı-özellikle de Mersin” tamamlayıcı unsurlarıyla hizmete geçmesiyle de başta Hamburg, Rotherdam hatta Atina yakınlarındaki Pire limanları olmak üzere Akdeniz havzasının enerji koridorları üzerinde bulunan ulaşım merkezlerini de aynı şekilde etkileyecektir. Peki, mevcut enerji koridorlarını elinde bulunduran güçler ile sözünü ettiğimiz dünya limanlarının ülkeleri, ister mi bu projelerin hayata geçirilmesini? Çok doğaldır ki cevap, elbette ki “hayır” olacaktır. Peki ya içerdeki muhalif ya da “muarızlar”, onların gerekçeleri nedir? Yoksa o kanal Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne bir tehdit mi? Veyahut da namaz vakitlerini mi ters-yüz edecek? Ya da her seferinde “somut” bir veri koyulamamasına karşın, yine “soyut” ve sürekli tekrarlanan bir “rant” nakaratı mı? *** Mustafa Kemal Paşa ile hiçbir ilgisi olmayan ve yapay bir ideolojiyle üretilen “Kemalist” Kuramı, “mumyalama” ve “yeniliğe kapama” veyahut da “deforme” olmasını önleme gerekçesiyle katı bir zırha büründürerek tanrısal bir otorite dokunulmazlığıyla sürekli olarak yeniden üretilmesine ve “İzindeyiz Atam” sadakatiyle hem “ordu” hem de “sivil” vurgularla yaşatmaya kalkma anomalisi midir muhalefet etmek? Hele de “ordu” ve “sivil” vurguları içeren oyuncakları da elinden alındığında, o anomalik ya da “de-form” yapı, “trajik-komik” bir tiyatroya dönüşüyor ve bu tiyatro her tekrarlandığında ise sürekli protestolara ya da yenilgiye uğratılıyor izleyicileri tarafından, hem de 13.kez. “Zamanın Ruhu” bir “kozmik denge” ihtişamıdır ve bu ihtişama yönelik inat etmenin yahut direnmenin nasıl bir mantıksal açıklaması olabilir ki? O zaman buna “muhalefet” denmez, dense dense “bir şeylerini” ya da “bir şeyini” kaybetmeme uğruna, “birilerini” ya da “birini” devirme şeytaniliği denir. *** Peki bu arada Erdoğan ne yapıyor? Zamanın ruhu ile, tarihin kendisine verdiği sorumluluk ve yükümlülükleri yerine getirmekle meşgul. Nitekim inşa edilecek bu kompleks yapının birer bütünleyici unsurları olan üçüncü boğaz köprüsü ile İstanbul Havalimanı projelerini tamamlayarak hizmete açtı. Sacayağının üçüncüsü ise “İstanbul Kanalı” olacaktır Evet, yukarıda da belirttiğimiz gibi I.Charles’ın ve ardından gelen imparatorlukların bin yıllık rüyası olan ve evrensel güç dengelerinin “jeo-stratejik”, “jeo-politik” ve “jeo-ekonomik” hinterlandları olan “Balkanlar”, “Kafkasya” ve “Ortadoğu”nun su yolu “Ulaşım Habı” olacağı özelliğiyle "Kanal İstanbul"u da kendisi gerçekleştirecektir; yoksa diğerlerinin bir Kıymet’i Harbiye’si olmayacaktır. İyi Bayramlar. ***
Bir önceki yazımız, Kanal İstanbul’dan ziyade Sokullu Mehmet Paşa örneğine odaklanmıştı. |
|||
Etiketler: KANAL, İSTANBUL, VE, ERDOĞAN, (2), |